13 Nisan 2018 Cuma

Hazin Bir Hüznün Geride Bıraktığına Duyulan Özlem

Bir hüzün vücutla ilk buluştuğunda genel olarak hissedilen tek şey, sevinçtir. Bu sevinç gittikçe azalarak yerini hüzne bırakır.

1 Ocak 2017 Pazar

Kızıma Notlar ve Sızıma Ot'lar

Burası dünya. Burda neşe sevinç hüzün. güzün hüzün yazın hazzın olduğu yer. Burası dünya burda yeşerecek tüm umutların. Burda tükenecek. Burda büyüteceksin tüm duygularını. Kızım, eğer burayı seversen hakikatin kapıları sonuna kadar kapanır sana. Burda hırslı insanlar, sende var olan hasletlere hasretle bakacak, hased edecek. Onlara bakma. Sen, ellerinle hakikate dokunabilmek için, insanlara İyilikler yapabilmek için, sahici bir insan olabilmek için var gücünle savaşmalısın. Burada başlayacaksın. Hayatın bu arada , burada olacak. Nereye gidersen içindeki sancıyı da alacaksın, nerde olursan ol her daim seninle olacak o sancı.İnsan hayatı şimdi ve buradadır. Nerede olursan ol haktan hakikatten ayrılma. Doğrularınla değil, hakikatle yaşa. Baban çok arabesk biri. Dünyayı hiç anlamadı.  Bu yüzden de kavgası hiç bitmedi dünyayla. Sen gelene kadar da çok sevmedi dünyayı. Gene sevmeyecek. Sen varsın diye azıcık. 
Kızım, burası dünya. Burda planlar yaparız, yemekler yaparız, oyunlar oynarız. Küçükken oynadığımız oyunlar çanımızı yakmaz. Büyüyünce acıtır. Çünkü oyunlar arkamızdan oynanır. Sen görmeden, bilmeden. Her canın yandığında sancıyı hatırla. Sen bu dünyaya iyi bir insan olmak için geldin. Kazanmak üzerine kurulu bir hayat isteme hiçbir zaman. Kaybetmeyi bilmezsen, düştüğünde kalkmayı öğrenemezsin. Kaybetmek daha güzeldir. Kazanırsan hırsla dolarsın, aceleyle dolarsın, iştahın artar. Kaybedersen, sabrın. Sabretmesini bilirsen yaraların kabuk tutar. Hayatı aceleye getirme. Bir manzara görürsen dur. Hemen telefonuna sarılma. O anı kalbine nakşet. Beynine hıfz et önce. Güzellikler telefona, tablete konulursa hafızası dolar. Silmek zorunda kalırsın. Ancak güzellikler kalbine dolarsa, ömrün boyunca kalır orda. İnsanı sev. En zorudur bu. Baban çok sevmedi insanları. Ama hep inandı. O da insandı. Hatalarımızla insanız. Ben seni en çok hatalarınla seveceğim. Aldığın notlarla değil. Teşekkür et, hayret et, şükret. Bizi bunlar kurtarır. 
Kızım burası dünya. İnsanları toptan yargılama. Hatta hiç yargılama. Sen Tanrı değilsin. Unutma sende yargılanacaksın. Yaftalanacaksın. Utanacaksın. Utançlarımızdan utanmamalıyız. Utanç duymamaktan utanmalıyız. Yüzün kızarsın. İnsan olduğunu hatırlarsın. Ama eğer bunları yapmazsak canavarlaşırız. Kızım, dünyada ne kadar kötülük var deme, ufacık da olsa hangi iyiliği yapabilirim diye düşün. Kötüler Ancak o zaman senden uzaklaşır. Herkesin doğrusu var, kimsenin hakikati yok. Sen hakikatin talibi ol. Doğrunun öğrencisi değil. Kızım, her zaman sıkı tut defterini. Hesabımız dürülmeden kendini hesaba çek. Soru sormaktan korkma. Soru sorarsan hakikati bulursun. Kızım kimlikler üzerinden asla insanlarla hesaplaşma. Kimlik aldatır. Kızım, burası dünya. En tatlı yalanlar ve en acı gerçekler buradadır. Savaş da burda barış da. Doğru da burda yanlış da. Zulüm de burda zalim de mazlum da. Adalet de burda, haksızlık da. Sen hep mazlumun, adaletin ve hakkın yanında ol. Unutma bu dünyaya şiir okumak için geldik, kitap okumak için geldik. Bir cümle ararız burda. O cümleyi bul. O cümleye sımsıkı sarıl. Cümleler gerçektir. İdeolojilere inanma. Siyasete inanma. Coğrafyamız acıyla örülüdür. Sen bu coğrafyanın kızısın. Bunu unutma. Her şeyi göreceksin. Herkes unuttuğunda hatırla, herkes hatırladığında unut. Ancak o zaman gönlün mutmain olur. Kızım burası dünya. Biraz soluklanıp gideceğiz. Unutma. Mal mülk şan şöhret hepsi yalan. İnsanlığımız baki kalan. Kızım dizin kanadığında ağla, incinmekten korkma. İncitmekten hep kork. Öcü gibi kork. 
Ebrar'ım. Burası dünya. 
Hep Ebrar ol. Gönlün hep Betül kalsın. 

25 Aralık 2016 Pazar

Büyü'dü Yaz.


-O yaz yaşadıklarımız aslında ömrümüzün geri kalan yazlarını içinde barındırıyormuş, bunu çok sonra anladık. Hatta Üzeyir hariç kimse anlamadı mı, ondan bile emin değilim.- 


İlk cümlesini yazdım. 

13 Aralık 2016 Salı

Pardon, Unutmuşum

Yerdeki çiçeklere baktı kadın. Baktığı çiçekleri sanki daha önce görmemişti, hiç denk gelmemişti onlara. Oysa belki de daha önce onlarca kez görmüştü onları, fakat ilk defa dikkat ediyordu. Geçen zamanı düşündü kadın, kolundaki saate bakarak. Saate baktı ve geçen saniyelerin bir daha geri gelmeyeceğini düşünerek oturdu banka.  Geri gelmez bir zamanı avuçlarına alamazsın, sadece geçmişi tahayyül edebilirsin dedi kendi kendine. En çok bunu seviyordu kadın, kendi kendine konuştuğunda varlığını tamamlanmış his ediyordu. Bunu bir süre daha devam ettirdi, yoldan geçenlerin ona baktığını görünce sustu, biraz da utandı. Ellerini topladı, çiçekleri toplamak isterken. Boncuk gibi gözlerini yangının ortasında kalmış gibi kaçırdı baktığı yerden. Uzaklara baktı, çok uzaktı uzaklar. Erişemeyeceğini biliyordu, ama denemeyi istedi. Yapamadı, sonra da kaçırdı bakışlarını uzaklardan. Belki de uzaklar kaçmıştı ondan, bilemiyordu.
Esen rüzgar sanki uzakları götürüyordu ondan, hayallerini alıp da kaçıyordu belki de. Bunu da bilemedi kadın, hiçbir zaman bilemedi. Gölgesine baktı bir ara, gölgesinin onun mu yoksa başka birinin gölgesi olduğunu kesitremedi bir süre. Siyah dedi, bizi bizden almakla, kendine çekmekle, hüznün girdabında boğmakla mı mükellef? Gölgesinin siyah değil de mavi olsaydı nasıl olacağını düşündü ve güldü kendine, çünkü yoldan geçen insanların gölgelerinin mavi olursa nasıl olacağını düşündü ve bu ona komik geldi. Çantasında bir şeyler aradı bir süre. Bulamadığı neydi çok sonra hatırladı. Unutmuşum dedi. Unutmuş olduğunu hatırlayınca içi rahatladı.
İnsanın ister istemez unutmaya mahkum olduğunu da ekledi bu sözünün üstüne. O zaman kendini kandırmaca oyununu yine oynadığını farketti. Tüm insanların en sevdiği oyunu oynuyorum işte, ne yapayım dedi sesini biraz yükselterek. Biri ona dönüp baktı kendisine bir şey söylendiğini düşünerek. O da güldü ve öte tarafa döndü. Kitap okumayı düşündü ama hemen vazgeçti. Denize doğru çevirdi bakışlarını. Baktığı her yerde gördüğü şeylerde hüzün bulmayı marifet sayıyordu, bu denize bakan gözlerinde de, gözlerin baktığı denizde de oldu. Gözleri dolu dolu oldu, aksaydı gözlerinden yaşlar, insanlar onları inci diye toplayabilirdi. Belki de daha sonraki daha büyük olacak diye biriktirdi gözyaşlarını, kapamadı gözlerini, inat etti. Gözlerini sildi kazağının kol kısmıyla. Yerinden kalktı kadın, çantasını koluna aldı ve yürümeye başladı. Yolu nerede başlamıştı bu kadının, nerede bitecekti hiç bilemedim. Ağır ve düz yürüyordu kadın, ardında geçmişini bırakarak. Başını öne eğdi mağlub bir komutan gibi. Cellat olsaydı o an orada, başını vermeye hazırdı. Notaların tüm hüznünü çalabilen klarnetçi çocuğun başını okşadı. Bakışlarını çiviledi sanki o çocuğa. Öylece baktı, baktı, baktı. Biriktirdiği gözyaşları akmasın diye çok kalmadı çocuğun yanında. Kadın banktan kalkarken yine kendini kandırma oyunu oynadı, kimse farketmedi bunu. Kadın orada kendini unuttu, eksikliğini, tamamlanmamışlığını unuttu. Arkasından koşup, pardon bakar mısınız, bankta kendinizi, eksikliğinizi, tamamlanmamışlığınızı, geçmişinizi unuttum demek istedim. Vazgeçtim sonra. Çünkü kadın bana "unutmuşum" diyecek ve yoluna devam edecekti. Bankta kalanlara baktım ben de uzun bir süre. Ardından gidemedim.  Belki de hiçbir yere gidemedim. Kalktım ve denizdeki sandallara baktım bir süre. Ben de kadının unuttuklarını mı unuttum, yoksa kendimin ne unuttuğunu mu unuttum bilemeden oradan ayrıldım. Yürürken arkama baktım birkaç kez. Geçmişimin ardım sıra geldiğini görünce "ah" çektim. Bu ah geçmişimden kaçamadığım için değildi. Hüznüm o bankta kalmıştı, gittim aldım. Yanına gittiğimde hüznüme bakıp, pardon, unutmuşum dedim.





11 Aralık 2016 Pazar

Sayıklamalar

İnsanlar olmak istedikleri yerden çok uzaktalar. Aynen bir köylünün trenden inip de elindeki bavullarla "Her şey ne kadar da uzak" demesi gibi. Aşkın en onulmaz yaraları tedavi ettiği devirleri arkamızda bırakarak ilerledik biz. Şimdi her şey ya siyah ya beyaz. İnsan hep buaradadır. Bu-ara-da. Sıkışmışlığın içinde, yoğunlaşmadan, başkalaşmadan yaşayamaz durumda. İnsanın yediği, içtiği, giydiği, taktığı, gezdiği, okuduğu veya daha doğrusu kendi dışındakilerle tanımlandığı çağda insanın içindeki her şeyin anlamı bağlamından koparılmış, içindeki düşüncelerin gerçekten ne önemi olabilir ya da kalabilirdi ki? 
Zaman ve mekanın birlikteliğinden hiçbir şey doğmamış olması ne kadar da sıkıcı. 
İnsanın düşüncelerinden hariç şeylerle tanımlanması et ile tırnağın birbirinden ayrılabileceğinin en net göstergesi. Hem de acısız. Bilim sayesinde. Bizi birbirimizden koparanla bir çiçeği kökünden koparan elin hep eldivenli olması ne kadar da acı. Tüm sevdalar aynı hikaye ile başlıyor artık. Teknolojik sevdaların gideceği en son noktayı kestirebilmek hiç de zor değil artık. 

-Mai'dir hüznün, melankolinin rengi. Beyazdır saflığın simgesi. Peki ya nedir acının imgesi?

29 Kasım 2016 Salı

İnsan, Ah İnsan...

Ah insan. Kültürün, örfün, adetin, geleneğin esiri insan. En çok da ideolojinin esrikliğine kendini kaptırmış, durmadan dünyaya kendi penceresinden bakan insan. 
Söyleyecek sözü olduğunda insandan daha aşağı bir varlık yoktur. Bu gece bir kez daha idrak ettim bu toprakların daha çok yolu olduğunu. Öyle çok alışmışız ki, dünyaya kendi penceremizden bakmaya, kendi doğrularımızı yaşamaya. Bunun bir sınırı bile yok. Başkalarının pencereleri olacağına dair bir inancımız dahi yok. İnsanların o pencerelerden hayatı izlerkenki tutumları bize kendilerinin ne düşündüğüne, nasıl düşündüklerine dair ipuçları verir. Bugün artık bunun bir önemi yok. İnsan, insanda buluşamıyor. İnsanın bir yeri yok artık. Zamansız ve mekansız. Kupkuru, yavan. İçimizde ölen insanın, insanlığın son kırıntıları da ölüyor. Kuşlara söylemeyin sakın bizimçün özgürlüğün sembolü olduklarını. Vazgeçerler bundan. İstemezler bunu. Katleden, kahreden, yakan, yıkan, yok eden bir varlık için özgürlük sembolü olmak, ne büyük bedbahtlık.
Kendimizden olmayana bu kin, bu öfke, bu nefret niye? Neden insanın ortak paydası yok artık. Cevapsız sorular sorduğumun farkındayım. Çünkü Nietzsche Tanrı'yı öldürdü, ama sonra biz, hepimiz, hep birlikte insanı öldürdük. Parçalara ayırdık. Bilimlerin kucağında parça pinçik ettik insanı. Psikoloji sen içeri bakacaksın, fizyoloji sen dışa. Tıp, sen insanı ayakta tutacaksın. İnsanın ruhu olduğunu unuttuk. Hepimiz suçluyuz, yaşam karşısında. Hepimizde biraz kan izi. Mendil yetmez silmeye. Gözyaşı yetmez gusletmeye. İnsanın ağlaması karşısında hep acizizdir. Ancak artık bu acizliğimizi dışa vurmaktan, af dilemekten, özür dilemekten, sabır dilemekten ya da rahmet dilemekten yoksunuzdur. Yoksunluğumuzla övünmüyoruz. Yoksun olmanın tadına varamıyoruz. Hayata anlam katmaya çalışan her ideoloji sonunda bir caniye dönüşüyor, öldürüyor. İnsan, elimizden kayıp gidiyor, tutamıyoruz. Aladağ'da ölen insanlara, Halep'te bilmem kaç kilometreye sıkışıp kalan insanlara ancak "bizden" diye üzülüyor, bizden değil ise bir saldırı nesnesi haline getiriyorsak veyl olsun bize. Ah insan. 
Neden yazıyorum? Çünkü, konuşacak kendimden başka kimsem yok. Hiç kimsesi olmuş bir hiç kimsenin iç çekişlerinden öte, can çekişmeleri bu satırlar. Ölüyoruz, gün be gün, saat be saat. Yeryüzünde acıyı içine sindirmiş, acıyı yaşamla bir ve aynı şey olarak gören ben, yaşamaktan yoruldum. İçimde umudum ölüyor. İnsan benden umudumu çalıyor. Bu topraklarda doğmuş olmak, acıyla barışık yaşamayı öğretiyor bana, yanlış anlamayın, acının edebiyatını yapmıyorum, yaşıyorum. İçimde hüzünden oluşan bir ruh var. Ve ben bu ruhla varlığımı tamamladığımı his ediyorum. Yaşamayı hak eden, varlık sahnesine çıkmama sebep olan bir şey varsa, o da budur. Gerisi angarya. 
Bilindik bir hikayedir, kasabanın en zengin adamı, güzel atıyla beraber gezintiye çıkar. Civardan biri bu ağayı soymaya niyetlenir. Yolunu yordamını bulur. Atıyla gezinirken, yaralanmış numarası yapar yolun üstünde. Ağa atından iner, yardım etmek ister adama. Adam kalkar hemen bir hışımla. Ağayı yere serer ve ata atlayıp kaçar. Adam arkasından şu sözü söyler: 
Evladım, sen sadece atımı çalmadın. Benim umutlarımı da çaldın.
İşte bu söz çınlar durur kulaklarımda şimdi. İnsan, insana olan umudumu çalıyor. İnancımı çalıyor. Ve sonrası kocaman bir hüzün oluyor. 
İnsan,
Ah insan
Ah...